Sisli ve buğulu bir akşamdı. Karanlığın çöküşü
akşama değil, sanki olmayacak sabahaydı.  Gece demleniyor, usulca sisli geçişlerin
arasından çekimser bir tavırla başını uzatıyordu. Bu gece sokağa ayrı bir ağırlık
çöküyordu. Lambalar sönmeye yüz tutmuş bir mum edasında yanıyordu. Gecede
dikkatini çeken en son şey lambalardı. . Bir kuzgunun leşi
koklaması  gibi kokladı havayı. 
Kan kokusu alıyordu. Bir koku ki uzaklaştıkça azalacağına daha
yoğun ve daha istekli çağırıyor, adımlarını kendine doğru çekiyordu. İçinde
biriken isteksizlik

ve huzursuzluk duyguları birbirine karışıyordu. Şimdi ne
yapacaktı? Bunu düşünürken tuhaf bir hiçsizlik onu  kucağına aldı. Uzun boynunun
 belirginleşen damarları üzerinde bir ip varmış gibi elini boynuna götürüp
sanki var olan ipi gevşetir gibi ellerini boynunda gezidirdi. At arabalarının karanlık perdeleri ardında kimler
oturuyordu. Bir an sadece bunu düşündü. Tekerlekleri
eskimeye yüz tutmuş arabalara bakarken,  saçlarında birikmiş su kesecikleri alnının
ortasından akıyor, tomurcuklanan terlerini de alıp onda bir ürperti uyandırarak,
aşağılara akıyordu. Ceketinin ucuyla akan yağmur damlalarını sildi. Sonra adımlarını  At arabalarının gittiği yöne doğru çevirdi. Gece bir
aralık ayının ortasına değiyordu. Takvimi düşündü, 21 Aralık dedi, bunu çok derinlerden gelen bir sesle söylemişti. Yanında biri olsa duymazdı belkide. Acı bir düğüm düğümlendikçe düğümlendi. İçinde çok derinlerden gelen bir sızı vardı. bordür taşları arasında akan suya  dizleri üzerine çöktü. Düşündü…Bugün annesinin öldüğü gündü.
                                                                                        CEYDA GÜNAY